Anılar

Bu sayfada gönderilen unutulmayan anılar yayınlanacaktır

 

Unutulmayanlar

Büyük Yeter

Çil Ali’nin eşi Yeter sele gider. Çil Ali olarak bilinen Ali, karısı Eşe ölünce, Yozgat tarafından bir köy olan Kalınbük Köyünden evlenir, Oğlu Bektaş askerdeyken 1950 yılında çok yağmur yağan bir günde Buzağı kaçmış. Onu kurtarmak için şimdiki Kamışlı’dan Körkü’ye giden yolun Ağkaya’ya geçme yerinde (şimdi büz konulup köprü yapıldı.) Ayağı kayar ve su alır götürür. Budaközü’ne kadar götürür. Tahminen 6 km kadar. Bir sonraki gün ancak bulabilmişler. Uzun Bektaş bulduğunda gözleri açık ve hemen yakınında tilki varmış. Satılmış ve Fettah lakaplı Bektaş onun çocuklarıdır. Olay o zaman gazeteye verilmiş olduğundan anladığım kadarıyla o yörede büyük bir afet meydana gelmiş.

Alaca’nın Manişar köyünden baba tarafından dede ve ocak olan Yeter’den sonra, kızıl yüğrük denilen bir rahatsızlık için günümüzde de köyümüzden Fettah Bektaş olarak bilinen kişiye başka köylerden de ovunmak için gelenler oluyor.

Aşık Veli

Köyümüzde yetişmiş eski aşıklardan birisidir. Asıl adı Halil’dir. Köylü onu Fakının Halil olarak ya da Aşık Veli olarak bilirler. 1843 yılında doğmuştur. Yukarı mahalleden, yoksul bir yaşam sürmüş, bütün yaşamı çiftçilik yaparak köyümüzde geçmiştir. Deyişlerini yazacak kişi olmadığından elimize çok az sayıda deyişi ulaşmıştır.

Okumuşluğun yazmışlığın olmayışı ya da çok az kişinin olması, deyişlerinin bize ulaşmasını engellemiştir. Hemen hiç gurbete çıkmamış, Şekerhacılı Köyünden Aşık Tefail ve İbrahim adında 2 arkadaşla Kerbela’ya gitmek istemişler. Her nedense arkadaşları gitmiş, Aşık Veli gidememiş. Büyük bir ihtimalle yoksulluk yüzünden gidemediğini sanmaktayım. Gidemeyince aşağıdaki Kerbela’ya gitmek isimli deyişi söylemiş.

1913 yılında vefat etmiştir. Oğlu Hasan da cemlerde zakirlik yapar, deyiş, düvaz söylermiş. O da  1959 yılında vefat etmiştir.

Aşık Veli’nin hayatı hakkında deyişlerinde olduğu gibi bilgimiz çok az. Tokuş Babanın kurtları ile ilgili söylencelerden öte bilgiye sahip değiliz. Söylencelerden birkaçı: Çukurlu, ve Kemallı köyleri tarafından bir kış günü köyüne gelirken bir kar, bir fırtına bastırmış. Körkü Köyüne yaklaştığı sıralarda yolunu yitirmiş. Tam bu sırada tanıdığı Tokuş Babanın kurtları çıkar önüne. Onları izleyerek Kamışlı’ya gelir.

Gene birgün koyunları otlatırken Tokuş’un Kurtları gelir sürüye girer. Bir koyun alırlar, ötekilere hiç dokunmadan giderler. Veli Abdal koyun sahibine bu olayı anlatır. »Koyununu Tokuş’un Kurtları yedi« der. Koyun sahibi inandığı için hiçbir şey demez. Köyümüzde şimdi nesli kalmamış olan Angıt Ali ismindeki kişi Veli Abdal’ın bacanağıdır. Köyün kuzeyindeki tepede beraber otururken Tokuşun Kurtlarını görürler. Angıt Ali tilki büyüklüğündeki beyaz kurtları görünce, »Tilkiye bakın, çevirin« falan diye bağırınca kurtlar kaybolur.

Aşık Veli’nin sazı kendisi ölmeden birkaç dakika önce duvarda takılı iken kendiliğinden kırılıp parçalanır. Söylenir ki, »Sazını kendisinden önce gönderdi, ardından kendi gitti.«

Şiirlerinden örnekler

Arzum Var

Medet mürvet On İki imam atası

Sultan Tokuş kurtlarında arzum var

Günahkar kuluyun sensin putası

Sultan Tokuş kurtlarında arzum var

 

Kurulmuş otağın devranı gördüm

Hakka doğru giden kervanı gördüm

Aslan Fatima’da imranı gördüm

Sultan Tokuş kurtlarında arzum var

 

Doldurup kadehi verince demi

Şükür nasib etti kırkların cemi

Yine sen sararsın yareme emi

Sultan Tokuş kurtlarında arzum var

 

Velim eder her dertlerin dermanı

Meğer sende imiş aşkın fermanı

Yine senden gelir yaremin emi

Sultan Tokuş kurtlarında arzum var

 

Askerden Kaçanlardan Bir Anı

Mısto, Halilin Hasan, Yağmurun Nesimi, Körkülü Mazin Ağa, Yaylı Mehmet ve Arif Ağanın kardeşi İmirze köyümüzün Kuzeyin Ardı adlı, sık çalı bölgelerinde saklanır. Geceleri köye gelir yiyeceklerini içeceklerini alırlarmış. Hatta ırgatlık, harman gibi evlerinin işlerini geceleri yaparlar, gündüz saklanırlarmış. Anneannem Firdevs bana, »Hasan dayımgile yemek götürürdüm. Onlar yemek yerlerken ben mavzeri alır onları beklerdim« diye anlatırdı.

Sungurlu yolu üzerinde dururlar, geleni geçeni soyarlarmış. Bir defasında Sungurlu’ya gidenlerin ellerinden buğdaylarını almışlar. Kadının birisi dikkatlice bakmış. Kara bıyıklı, kaküllü, boynunda muskası var diye şikayet etmiş. Gelip arayıp sorarlarmış.

Yörede başka eşkıyalar da varmış. Bunlar köyü onlardan da korurlarmış.

Irgatlık başlamak üzeredir. Aylardan Haziran sonudur. Köyden haber gelir, »Cuma günü Löbelti’ye çıkacağız. Bizi takip edip korusunlar.« Bunlar gün ışımadan köylünün önünden giderler varınca yemeklerini yedikten sonra çevredeki ağaçların aralarında saklanmışlardır.

Biraz sonra bir yüzbaşı emrinde 10-15 askerle belirdi. Herkes Löbelti Tekkesinde. Belki 10 köy halkı birarada. Erkekler cem kurmuş, kadın çocuk öbek öbek kondukları yerlerde sinmişlerdi. Jandarmalar çevreyi aramışlar, bir ağacın altında İmirze’yi vurmuşlardı. Cenazeyi orta yere getirip oradaki halka, »Bunu kim tanıyorsa söylesin, bu kim nereli?« diye sorarlar. Ama herkesin tanıdığı İmirze’ye kimse sahip çıkamaz. Mısto, Mazin Ağa, Hasan, Nesimi saklandıkları yerde sessizce beklerler. Yüzbaşı atının üzerinde yanında askerler, yerde İmirze, öylece vakit geçiyor. Devletin kuvvetlerine kurşun atmak işlerine gelmiyordu elbette. Epey sonra Mısto, Hasan’a, »Hasan, içimizde en nişancımız sensin, yüzbaşının atının ön koltuğundan bir kurşun at. Onlar kaçarken biz de şuradan kaçarız,« der. Öyle de olur.

Halilin Hasan yüzbaşının atının ön koltuğundan bir kurşun atar. Yüzbaşı yere düşer. Bunlarda bir kargaşa, bizimkiler de kaçarlar. Çünkü yöreyi, nerelerde saklanacaklarını biliyorlardı.

Askerler İmirze’yi alır Sungurlu’ya götürürler. Kimse gidip sahip çıkamaz. 2 gün sonra Sungurlu Müftüsünün okul arkadaşı olan Yanıcak Köyünden Molla Mehmet gidip, »2 gündür ben bir rüya görüyorum. Burada bir cenaze var. Ben bunu kaldırmak istiyorum« der. Müftü yardımcı olur ve İmirze’yi kaldırır Sungurlu’da defnederler.

Sonradan anlaşılır. İmirze birkaç gün önce tüfek alacağını söyleyerek Değirmen Deresi Köyünde dul bir kadının birçok eşyasını almış. O köylüler tarafından şikayet edilmiş. Löbelti’ye gidileceğini onların da orada olabileceklerini şikayet edilmiş. Daha sonraları gene bir şikayet üzerine şube, »Onların bölüğü tamamen kırıldı. Şehit olduklarına ilişkin kayıtlar var burada« der. Onlar da o zaman askeri silahlarını götürüp teslim eder ve affedilirler.

Anlatımlardan, Mısto’nun ikinci kaçışı olduğunu anlıyoruz. Şu olayı anlatmasından anlaşılıyor:

Hüseyinbeyoğlu soyadına direnme:

Misto seferberlik savaşından kaçar Sivas yakınlarında bir yerde yakalanır. Alır götürürler. Kendi anlatımıyla, alay komutanı oturmuş, yüzbaşı elinde değnek, yazıcı okuyor isimleri. Okunan kişi çıkıyor ortaya, yatırıyorlar. 2 kişi tutuyor. Yüzbaşı 100 sopa, 150 sopa vuruyor, sıra bana geldi.

Yazıcı okudu, »Hüseyinbeyoğullarından, Abbas oğlu Mustafa« Ben çıktım. Alay komutanı, »Durun« dedi.»Altın yere düşmek ile pul olmaz, madem bu bey oğluymuş, ben onu affediyorum« dedi. Beni affetti. Mısto bunu çok söylermiş ve soyadımızın Kamışlı olmasına hep karşı çıkarmış. »Ben Hüseyinbey olmamızın faydasını gördüm, çocuklarımızda görür. İlla, soyadımız Hüseyinbey olarak kalsın« dermiş. Ama olmamış.

Osman Ede

Hoca (Süleyman) ile Mısto’nun (Mustafa) kardeşi varmış. Adı Osman, (Anneannem Firdes çok bahsederdi). Bu Osman yöremizde ermiş aşık olarak bilinen Çokurlu Köyünden Aşık Hüseyin’e hizmetçi durmuş. Birgün Aşık Hüseyin, »Osman malıma davarıma, evime iyi bak, işine dikkat et,« gibi şeyler söylemiş. Osman da ona, »Hüseyin Emmi, evini evim gibi bilirsem, malını malım gibi bilirsem, karını anam bilirsem, kızını bacım bilirsem, sen bana ne yapabilirsin ki,« demiş. Aşık Hüseyin; »Oğul, o zaman Haydar bile bir şey yapamaz,« demiş. Osman orada çalışırken birgün Aşık Hüseyin, »Osman senin bu elin kesilecek,« demiş. Osman, »Etme Hüseyin Emmi«, demişse de, o »Yok Osman bu karar verildi. Sen elini yasak bir şeye uzatmışsın. Elin kesilecek. Yalnız ben sana söyleyeyim. Kesilecek zaman elinden, derini yüzerek toplattır. Bilekten kesilince deriyi gene geri kapattır. Kemik açıkta kalmasın,« diye de söylemiş. Zaman geçmiş Osman Edenin hizmeti bitmiş, köye gelmiş. Bir zaman sonra eline diken batar. İyi olur falan derken yara olur büyür. O zaman doktor nerede bulunacak. Zile’ye doktora gider. Doktor »Senin elin kangren olmuş, kesilecek,« der ve keserler. Tabii Aşık Hüseyin’in dediğini anımsar ve derisini onun dediği gibi yaptırır.

Veli Şıh

Bu, tahminim Veli Şeyh olması lazım. Belki de inancından dolayı öyle bir lakap takılmıştır. Belli ki esas adı Veli. Bu kişi gençliğinde bir kıza aşık olur ama vermezler. Çokurlu Köyünden Aşık Hüseyin der ki, »Veli senin alacağın kız daha annesinin karnında. Bunun üzerine Veli Şıh küser gider, kayıp olur. Osmancık’ta Mehmet Dede tarafına gitmiş. Kaç yıl gittiği pek bilinmiyor. Babası üzülüyor. Birgün Aşık Hüseyin’den haber geliyor. »Veli gelecek. Babası bu sabah çıksın, erkenden kapıyı açsın.« Babası o gün erken kalkar ahıra, malların yanına gider, bekler. Biraz sonra açar kapıyı Veli Şıh gelir. Şemsi’nin kızı diye bildiğimiz Zöhre’nin annesi Şemsi’yle evlenir Şemsi’nin kızı. Çakır Hüseyin’in karısı, adı Zöhre.

Çamo

Çamo, 17 Ekim 1983 tarihinde 3 veya 4 ay kadar yattıktan sonra öldü.

Aşık Veli diye yukarıda yaşamı ve deyişlerini yazdığım kişinin torunudur. Aşık Veli yani, Halil Emmi rüyasında, »Ben geliyorum. Zöhre bana hakaret yapmasın,« demiş ve olan çocuğa, Halil adını koymuşlar. Sonraları Çamo diye lakap takılmış. Bu, çam ağacı gibi anlamına geliyor sanırım. Bazı kişiler Çam Halil derlerdi.

Köyün ilginç simalarından olan bir kişiydi. Biraz divane misali idi. Aklı dengesi çok yerinde ama herkesin alay ettiği biriydi. Hiç evlenmediği için, genç kızların, »Halil Ağa sana varacağım, senle evleneceğim,« diye yapmaları gereken işleri yaptırırlardı. Bir bardak şarap veya rakı vereceğim diye iş yaptıranları gördüm. Gerçekten yaşanmış, fıkra misali olaylarından bazıları şunlardır: Hocanın Veysal, harmanda buğday yanında yatan Çamo’nun koynuna kaplumbağa koyar. Hiç evlenmemiş olan Çamo’yla dalga geçer. Hamza Kahya da duyar sesleri. »Ula Halil yanında bir soluk olsun da, tosbağa soluğu olsun,« diye bağırır. Çamo karşılık verir, »Niye baldızının soluğu olsa n’olur« der. Baldızı da hiç evlenmemiş olarak 60 yaşlarında öldü.

Gene birgün kağnılarla köylü Aygar Dağına kışlık odun getirmeye giderler. Körkü Köyünden geçerken, Hocanın Veysal »- Ula Halil, düştü düştü,« der. »Ne düştü ula« der Çamo. Veysal, »Ula Halil uykum düştü,« diyerek Çamo’ya yerde uyku aratır. Ama o birkaç gece uyku uyuyamaz. Gider Çamo’dan özür diler ve bir daha alay etmez.

Köy dövüşünde aşağı mahalle yukarı mahalle kavga eder. Herkes taş atıyor. Çamo da Musa Kahyanın oradan aşağı mahalleye doğru taş atıyor ve bağırıyor, »Aşağı mahalleliler taş atıyorum, kaçın bir yerinize değmesin.«

Körkü Köyünün bekçisi Rıza’dır. (Lakabına Havus derler). Çamo da Kamışlı’nın sığır çobanıdır. Birkaç inek bağlara girmiş, Körkü Köyünün bekçisi görmüştür. Gelir elindeki sopayla, belki de dede olduğu için yarı alaylı şekilde, »Şu pir hakkı, şu mürşit hakkı, şu rehber hakkı« diyerek 3 defa vurur. Çoma elindeki normalden büyük sopasıyla, »Şu da talip hakkı,« diyerek iyi bir vurur. Eve varır. Nesimi Ağa Dedenin karısına, »Karaaz bak hele Çamo talip hakkı deyip vurdu, ağrıyor« der. Meğer Çamo omuz kemiğini kırmıştır.

Annem ve halam Çamo’nun samanlıktan bir sepet saman getirmesini isterler. Çamo da oradaki boş rakı şişesini göstererek, »Bir bardak rakı verirseniz getiririm« der. Annemler de söz verir. Çamo saman getirmeye gidince, turşu suyunu bardağa doldurarak hazırlarlar. Çamo geldiğinde verirler. »İyiymiş ama biraz tuzlu gibi« der ve yavaş yavaş gider. Az sonra dayım gelir der ki, »Kim verdi Çamo’ya içkiyi? Sarhoş etmişsiniz.« Çamo gerçekten sarhoş olmuş. Dayım zor götürmüş evine. »Bir daha onunla dalga geçmeyin« diye de tembih etmiş.

Son zamanlarında annesi, Hasan Dedeli bir tanıdığına yalvararak Ankara’da belediye çöpçülüğüne aldırdı. Orada çalışıp emekli dahi oldu. 60 yaşlarında hiç evlenmeden öldü.

Çeker Getirir

Ahmedin evinden birisi (Kim olduğunu bilemiyoruz) Belki de yokluktan, tam sofra serildiğinde Temirlere girer. Sofrayı görünce, »Nasip kısmet çeker çeker getirir« deyip oturur sofraya karnını doyururmuş. Birkaç defa olur. Birgün gene Sofra serilmiş, Temirin Bekir (Günümüzdeki Bekir değil)  bakmış ki gene geliyor. Sopayı almış Kapının ardına saklanmış. Öteki kapıyı açmış, yine, »Nasip kısmet çeker çeker getirir« deyince, Bekir, »Yaş meşe de vurur vurur yatırır,« diyerek birkaç tane vurur. Ötekisi bir daha gelmez.

Deli Mustafa

Köyümüzden Veyis Çavuş’un musahibidir. Çukurlu köyünden olmasına rağmen köyümüzün bir kişisi gibidir. Veyis Çavuşa ede dermiş. Veyis Çavuşun yanında oğlu Hüseyin’e kızar, »Şurada edem olmasa senin ananı avradını ...« diye sövermiş.

Çukurlu Köyünden Aşık Hüseyin’in soyundan, çevrede Aşık Hüseyin diye ünlenen kişinin asıl adı Mustafa’dır. Çukurlu Köyüne varmadan 1000 m beride Bekçi Tepesi denilen yerde yol üstünde mezarın yaptırıyorlar. Yapan, Çukurlu Köyünden Celal Çukurtepe. Ölümü, 29 Nisan 2000. Çukurlu köyünden Adıgüzel Mustafa’nın mezarının ayrı konulmasına karşı çıkar. »Herkes gibi mezarlığa konulsun,« der. O günlerde hastalanır, ameliyat olur. Herkes Mustafa’dan olduğunu söyler.

Körkü Köyünde Mart ayı ortaları olmuş. Yerden kar kalkmamış. Samanın, yemin bittiği bir zaman. Mal davarın dağlara çıkması, yeni yetişen otlardan yemesi, doyması lazım. Mustafa’yı bu karı kaldır diye kızdırırlar. Mustafa kalkar, Ayakkabıları ve çoraplarını çıkarır, yalınayak köyün Ağkaya tarafına doğru gidip gelir ve, »Çağırmam ben ağama bu kar bu gün yarın kalkmazsa eğer,« der. Gerçekten de biraz sonra bir kaba yel çıkar kar kalmaz, erir gider.

Körkü Köyünden Gabollun Kadın Bacıya »Sen yemeğimi hazırla, ben Haydar-ı Sultan’a varayım geleyim« der. Kadın bacı »Bir baktım ki Mustafa yok. Yemeği hazırladım ki Mustafa burada,» diye anlatırmış.

Körkü köyünden Beyazidin Ali devamlı Mustafa’yla alay edermiş. Yine birgün, »Yağmur yağdır sana bir tavuk kesip yedireceğim« demiş. Mustafa ise »Bugün yağmur yağmazsa ben bileklerimi keserim« demiş. Çevresindekiler, »Yahu Ali bırak dalga geçme. Yağmur yağar sen de tavuk kesmezsin, vazgeç« derler. Ama Ali, »Yok, keseceğim» der ve yağmur yağar. Ali tavuk keser ve Mustafa’ya yedirir.

Çukurlu Köyü yağmur duasına çıkar. Ardıç Tekkesine, Mustafa’yı çevirirler o yine, »Yağar, yağmazsa bileğimi kestiririm bileksiz gezerim,« der. O gün de yağmur yağar.

Anlatırlar ki, Mustafa her ekmek yediği evi batırdı. Çalıştıranlar Mustafa’ya nasıl olsa parayı bilmiyor diye hakkını vermemişler. Zaten ölenlerin elbiselerini verdikleri kişi Mustafa’dır. Çalıştığı evden de karnını doyuruyor, bunu yeter sayıp para vermiyorlarmış.

Kel Hasan

Kel Hasan yakın zamanda köyümüzde yaşamış en renkli kişilerinden birisidir. Günümüzdeki kişiler yakından bilir, 80 yaşını geçkin olarak vefat etti. Açık sözlü olarak ve çekinmeden küfürlü konuşmalarıyla, bir de doğruluğu ile sevilmiştir. Hemen bütün yaşamı çobanlık yaparak geçmiştir. Tarlası az olduğu için ağırlıkla çobanlık yapar ama gene de tarlasını eker biçerdi.

Gamidin Kara Hüseyin anlatıyor: Kel Hasan, köyün aydın, tarafsız lideriydi, yollardan taş temizlerdi. Gitmiş kendiliğinden Duvancı’ya çeşme yapmış. Gitmiş Sıkçalı’ya çeşme yapmış. Doğal bir liderdi o.

Kel Hasan Ankara’ya seyrek de olsa gelirdi. Gene bir gelişinde, Ulus’ta o zamanlar herkesin döner merdiven diye bildiği yerde yakın köylerimizin Kör Kazım olarak bildiği kişi (Yanıcak köyünden) orada tuvalet bekçisidir. Kel Hasan tuvalete girer. Çıktığında, Kör Kazım, »Oğlum Kel Hasan burada parayla, para vereceksin« deyince Kel Hasan, »Ne olur babanın canı için bir de biz sıçsak« der.

Kel Hasan havalar soğumadan, kırağı düşmeden sürüyü eve getirmezmiş.

Anlattıklarına göre Kel Hasan insanlara her zaman, »Gücünüzün yettiği kadar çalışın, muhannete muhtaç olmayın, yolu erkanı sürün, erenlere borçlu olmayın,« dermiş.

»Benim sözüme Allah gücenmesin, kul gücenirse gücensin,« dermiş. Devamlı öğüt eden birisi olarak bilinir.

Tansiyonu varmış. Evinin önünde tavuklara yem verirken azıcık bir yükseklikten 1998 yılında düşer ve ölür. 1926 doğumluymuş.

Cobuk

Köyümüzün renkli simalarından birisidir. Asıl adı İsmail’dir. Çocuk denecek yaşta köy dışında yaşadığı için çoğu bilemez. Ankara’da yaşıyor. Köyde yaşayanların Uzun Bektaş diye bildiği kişinin kardeşidir. Çok konuşkan, esperilerle dolu bir kişiliğe sahiptir. Örneğin kendisinin bana anlattığı birkaç olay:

Yağmurun Alinin Hüseyin’le Ağkız’ın kümesine girdik. Anahtarı aldık. O gece bir tavukla on yumurta aldık.

Başka birgün de Zeynalın Satı’nın kümesi açık. Hüseyin’le karşısında saklandık. O bana diyor »Git bir tavuk çal.« Ben ona diyorum, »Sen git çal.« Hüseyin’in başından şapkayı alıp kümese attım. Git hem şapkanı al, hem de bir tavuk getir« dedim. Hüseyin de öyle yaptı.

Bir başkası: Ankara’dan köye gidiyorum. Sungurlu’da Hamza Kahyaya rastladım. Kahvede oturmuştu. Vardım görüştüm. »Gel otur,« dedi. »Yok benim sana bir işim düştü.« »Hayırdır, bir sıkıntın mı var?« dedi. »Evet,« dedim, »Benim senin sağlam yalanlarından birine ihtiyacım var.« Hamza Kahya bana, »Vallahi İsmail, elimde 2 yalanım var. Birini Esipkıran Köyünden Mollanın İsmail’e söz verdim. Birisiyle de traktör alacağım ama sana bir yalan bulurum. Köyden Kırıt’ın yalanlarından sana alayım,« dedi. »Yok onunki işe yaramaz,« dedim.

Gene birgün, Ankara Elmadağ’da bir yerde oturdum, kafa çekiyorum. Baktım orada bir adam. Vardım yanına »Hemşehrim başına güneş geçer gel şöyle yanıma otur,« dedim. »Ben sizi yaratan Allah’ım« dedi. »Aman dedim, ben de seni arıyordum.« »Ne var, ne istiyorsun?« dedi. »Benim çocuklarım küçük, ben yaşlıyım, önce bana sıhhat, sonra onları elden çıkarıncaya kadar ömür ver,« dedim. »Ne kadar istiyorsun,« dedi. »84 yaşına kadar ver« dedim. »Verdim gitti« dedi. Anlaştık.

Not: Cobuk’un birinci evliliğinden çocuğu olmadı. Ondan ayrılıp ikinci evliliğini yaptı.

Cobuk’un kendi şahit olduğu bir olayı. Belki kendisi dahi hatırlamaz.

16 yaşındaydım. Havutların Müslüm’ün harmanını sürüyorum. Müslüm’le Satılmış’ın Annesi Elif mi? Orada öğle yemeği için oturduk. Cobuk da geldi. Biraz sonra belki 80 yaşında olan o kadına Cobuk: »Teyze sen yakında öleceksin,« dedi. Kadın, »Ne biliyon yavrum,« dedi. Cobuk, »Ben geçen gün Allahın yanına gitmiştim. Orada ecel defterine baktım. Senin adında vardı,« dedi. Biz öyle gülüyoruz.

Cobuk 2000 yılında 67 yaşında.

Solak’la Gıdılı İmirli de

Solak Yusuf ile Gıdılı Yusuf İmirli Köyüne ırgatlık ve harman zamanı için günlükçü durmuşlar.

Bir bayram sabahı bayram namazına gitmişler. Solak Yusuf da beraber. Namazdan sonra vaaz edecek hoca demiş ki, »Evde iş olan, karnı şiş olan, içimizde Kızılbaş olan kalkıp gitsin.« Solak, »Ney ney ney, ne yaptığım« diye söverek ayağa kalkmış. Ağası, »Yusuf sen otur. Yusuf sen otur,« diye susturup, »Sen eve git, odayı hazırla, misafir gelecek« diye, eve göndermiş. Solak »Ağam hem en zengin, hem muhtar. Ona güveniyorum,« diye söylermiş.

Solak konuşması ve tavırları ile köyümüzün renkli simalarından birisiydi.

Temirin Abidin’e bağırıyormuş birgün:« Oğlum Abidin, paran pulun varsa alem kulun, paran pulun yoksa tımar hane yolun, sürün sürün.

Çakır Hüseyin, Salman Köyüne sığır çobanı durmuş. Uzun Bektaş, Salman Köyünün zenginlerinden olan Kadirgilde günlükçü dururdu. Ya da harmancı denilirdi. Safilinin Memiş bana anlatmıştı: Salman Köyüne çoban durdum. Bana diyorlar ki, »Aman Memiş, koyun ya da keçi hastalanır, falan eder, sakın sen kesme. İncesu Köyünden, Kırankışla ya da bizim köyden birine kestir. Bir gün Duvancı tarafında baktım keçinin biri debeleniyor. Asfalt üzerine indirdim. Çıkardım bıçağımı kestim. Akşam ağam sordu, »Kime kestirdin« diye. Ben, »Kadılı Köyündendiler, onlara kestirdim« dedim. »İyi etmişsin« dedi. »Yediler etini. Yoksa bana Kızılbaş, kestiği yenmez diye hastalansa da koyun keçi kestirmiyorlar.«

Abbas Kahya ile Mısto’nun Kavgası

Yıllar sonra Abbas Kahya ve Mısto çocuklarının da katıldığı büyük bir kavga yaparlar. Aşağı harmanın karşısındaki tarlada sınır yüzünden. İkisi de sakallı insan, İkisi de yaralı. Çorum Devlet Hastanesine gönderilirler. Ama hastanede boş yatak yok. Bunların ikisi aynı köylü olduğu için boş bir yatak bulunur ve beraber yatırılırlar. Aynı köylü kavgada birbirini yaralamış 2 insan ve ikisi aynı yatakta.

Mısto’nun Kara Mustafa’ya Sözü

Mısto, Yağmurun Nesimi ve Kağzım’ın babası Hasan, savaştan kaçmışlar. Üçünün de mavzeri varmış. Hasan, Beşkız Köyünden Kara Hamon uşaklarına bir çift tosun karşılığında vermiş. Misto’dakini Kara Mustafa’nın oğlu Ali istiyor, Mısto vermiyor. Birkaç gün sonra 2 jandarma Mısto’yu alıp Kara Mustafa’nın evine götürür. Mısto varır ki, karakol komutanı orada. Oturur, yer içerler. Derken komutan Mısto’ya, »Şu tüfeğini akıllıca getir,« der. Mısto, »Anlamadım, açık söyle« der. Komutan, »Şunu akıllıca getir, yoksa seni hapse alırım,« der. Mısto, »Tüfeği olanı içeri alacaksan, ben tüfeği Kara Mustafa’ya verdim,« der. Tabii Kara Mustafa sorguya çekilmekten kurtulamaz.

Sülo’nun Oğlu Ali İhsan

Köstürün Süleyman’ın (Sülo) oğlu Ali İhsan 36 yaşında iken 19 yıllık SSK’da tıbbi cihazlar teknisyeni olarak gittiği Doğuda, öldürücü gribe yakalanır ve 7 gün içerisinde bu hastalıktan kurtulamayarak ölür. Bunun üzerine Sülo oğlu, Ali İhsan için aşağıdaki şiiri yazar.

Oldukça zalimsin bakmam yüzüne

Açmadan gülümü soldurdun dünya

Daha inanılmaz senin sözüne

Miras ettin bize ölümü dünya

 

Bilemedim bir zalıma bağlandım

O Zalimi ben kendime dost sandım

Kaptırdım ömrümü yandıkça yandım

En sonunda büktün belimi dünya

 

Dünya senin bir sırrına ermedim

Yaşadım da bir gününü görmedim

Yaktı beni zalim yaktı bilmedim

En sonunda verdin ölümü dünya

 

Dünya edeceğin bumuydu bana

Nasıl kıydın fidan boylu İhsan’a

Ağlıyor peşinden dostların sana

Verdin Süleyman’a zulümü dünya

 

Aşık Hüseyin Çırakman’ın da Ali İhsan için yazdığı bir şiir var.

Hacının Alinin Bektaş’la Kazımın Hüseyin

Birçok olay vardır ki halkın aklından çıkmaz. Tatlı bir anı olarak kalır. Hatırlandıkça hoş bir anıdır deriz.

Hacının Alinin Bektaş ile Kağzımın Hüseyin köyün sürüsünü güden çobanlardır.

Hacının Alinin Bektaş anlatıyor:

Yastıkayanın orada davarı yayarken biz uyumuşuz. Davar Büyük Dereye ulaşıp yatmış. Vardık ki çan taktığımız Veyis Çavuşun koyun yok. Baktık 3-4 koyun daha eksik. »Hüseyin git köye haber ver,« dedim. O da gider köye giderken Hüson pınara yatar ıslanır. Varır köye. Köylü geldi, kimi dedi, sattılar, kimi şöyle, kimi böyle dedi. Bu olay olalı 40 yıl oldu. Sene 1966 falandı. Ben neden saklayım şimdiden sonra.

Halka sordum, şöyle anlatıyorlar: Hüseyin gelir köye, »Birkaç hırsız geldi, biz ekmek yerken üstümüze çullandı. Bana bir iki değnek vurdular ama ben kaçtım, tutamadılar,« diyerek yaygarayı basar. Köylü silahlanıp varıyor ki sürü dağılmış. Bektaş yok. Bektaş’ı Eğri Kayanın orada baygın bir vaziyette yatar bulurlar. Haydar Çavuşun Arap Bektaş’ın çantasını bulur. Arif Kahya, şüphelenir. »Yahu, Arap gündüz yolunu göremiyor. Burada gece çanta buluyor,« der. Bektaş’ı Yağmurun Alinin Hüseyin sırtlanır. Gelirken yolda ne kadar etini sıkıyorsa da hiç tepki olmuyor. Bektaş’ın annesi babası ağlıyor. Arif Kahya bunda bir oyun var diye şüphelenir.

Sadığın Alinin Sadık

Köyün davarını Beşkız Köyünden Haydar ile beraber güdüyorlar. Temmuz ayında koyunların yünleri kırkılır. Ağustos ayının 15-20’sinde falan suda yıkanır. Bu daha çok Budaközü akarsuyunda gerçekleşir.

Davar kiremitli yöresinde öğleyin yatarken, Köyün kadınları sağmaya gider. Biri der ki »Bizim bir koyun yok« öteki der ki »Koyun yok« Sadık ve Haydar »Arayın vardır« falan derler. Ama hesaplar yapılır, 43 koyun yok. Kaybolalı 15 gün olmuş.

Şikayet edildi. Karakolda Sadık’ı da Haydar’ı da epey dövmüşler ama demediler. Sadık Kürt Haydar’a, »Ben birkaç gün köyde işimi yapayım« der. Haydar bu arada Beşkız (kendi köyü) İncesu Köyü tarafında, Kurbağalı köylülerine satar. Öylelikle gitti onca koyun.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu bölümde Kamışlı Köylülerinin gönderdiği ilginç anılar yer alacak.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

© Gürani